Ölümsüzler Oyunu KHEM'de Perde Açtı

“Kadıköy Halk Eğitim Merkezi'nde uygulamalı tiyatro eğitimi alan oyuncu adayları geçtiğimiz hafta sonu seyirciyle buluştu.

Azeri Sanatçılar Moskova'da Büyüledi

Azerbaycanlı sanatçılar, Rusya’nın başkenti Moskova’da düzenlenen Azeri gecesinde Moskovalı sanatseverleri büyüledi.

Mustafa Sandal Kopenhag'da Hayranlarıyla Buluştu

Pop sanatçısı Mustafa Sandal, Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da konser verdi.

Karacaoğlan'ın mezarı buludu

Bulunan bir mezar taşı üzerinde "Kacaoğlan'ın Ruhuna Fatiha" yazıyor.

Ebru susuz coğrafyalar için suya dönüşüyor

Sergiden elde edilecek gelirle Afrika'da su kuyusu açılacak..

16 Haziran 2014 Pazartesi

Ebru susuz coğrafyalar için suya dönüşüyor

Sergiden elde edilecek gelirle Afrika'da su kuyusu açılacak.

Bir grup ebru sanatçısı tarafından organize edilen ve elde edilecek gelirle Afrika'da su kuyusu açılacak "Ebru susuz coğrafyalar için suya dönüşüyor" sergisi, Eyüp'te açıldı.
Eyüp Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü Sergi Salonu'ndaki sergi, 18 Haziran'a kadar görülebilecek.
Sergi hakkında bilgi veren ebru sanatçısı Amine Kutluay, serginin, gönüllü ebru sanatçılarının eserlerinden oluşan bir seçki olduğunu söyledi.
Ebru sanatıyla ilgili genelde kursiyer ve sanatkarların kişisel sergiler açtıklarını aktaran Kutluay, bu sergiyle amaçlarının hayır yapmak olduğunu belirtti.
Kutluay, hayır sergisi için İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) ile bağlantıya geçtiklerini kaydederek, sergiden elde edilecek gelirle Afrika ülkelerinden Çad ya da Kenya'da bir su kuyusu açtıracaklarını ifade etti.
"EBRU SUSUZ COĞRAFYALAR İÇİN SUYA DÖNÜŞSÜN İSTİYORUZ"
Sergide 50 eserin yer aldığını dile getiren Kutluay, "Çerçevelemediğimiz, daha az maliyetli eserler de var. 10 bin liraya ihtiyacımız var. Eserlerin fiyati, 75 ila 200 lira arasında değişiyor. Daha hacimli eserlerin fiyatı, gönüllülerin fiyat biçmesiyle netleşecek. Afrika'da dünyanın diğer yerlerine göre temiz suya daha çok ihtiyaç var. Ebru susuz coğrafyalar için suya dönüşsün istiyoruz. Bu su, buradan oraya damlayacak" diye konuştu.
Kutluay, hayır severleri sergilerini görmeye ve kendilerine destek vermeye davet etti.
Ebru usta öğreticisi Tuğba Karakaş da sanatlarıyla ihtiyaç sahiplerine yardımda bulunmayı istediklerini belirterek, "Bizden çok uzaklarda ama temiz suya ihtiyacı olan kardeşlerimize yardım etmek istedik. Elde edilecek gelirle Afrika'da bir su kuyusu açılacak. Dilerim bu sergi sonunda amacımıza ulaşırız" ifadelerini kullandı.
Sergide, 25 kadın sanatçının eserinin yer aldığını anlatan Karakaş, sanatçılara teşekkür etti.


Karacaoğlan'ın mezarı buludu

Bulunan bir mezar taşı üzerinde "Kacaoğlan'ın Ruhuna Fatiha" yazıyor.


Karaman'ın Sarıveliler İlçesi'ndeki Hacı Salih Camii'nde yapılan restorasyon çalışması sırasında yaklaşık 1 ay önce iş makineleri tarafından bahçede Osmanlıca 'Karacaoğlan’ın Ruhuna Fatiha' yazılı bir mezar taşı ve mezar bulundu.
Yapılan incelemelerde,mezar taşının Karacaoğlan’ın yaşadığı 17'nci yüzyıla ait olduğunun güçlük kazanması heyecan yarattı. Mezarın kime ait olduğu saptamak için başlatılan incelemeler sürüyor.
Vakıflar Bölge Müdürlüğü, yaklaşık 1.5 yıl önce Sarıveliler İlçesi'ndeki tarihi Hacı Salih Camii'nin restorasyon çalışmasına başladı. Yaklaşık 1 ay öncede iş makinesiyle bahçede yapılan çalışmalar sırasında bir mezar taşına rastlanıldı. Bunun üzerine mezar taşının çevresindeki toprak temizlendiğinde bir mezar olduğu ortaya çıktı.
Mezar taşının üzerindeki yazının ne olduğunu tespit etmek için çekilen fotoğraf, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Akgül'e gönderildi. Akgül yaptığı incelemede taşın üzerinde Osmanlıca 'Karacaoğlan’ın Ruhuna Fatiha' yazılı olduğunu ifade etti.
Taş üzerinde yapılan kronolojik incelemede ise taşın 1600'lü yıllara ait olduğu sanılması, 1606' doğduğu, 1679 ya da 1689'da öldüğü tahmin edilen halk şair Karacaoğlan'a ait olması ihtimalini güçlendirdi.
Karacaoğlan'ın, 'Barçın Yaylasında üç güzel gördüm' adlı efsane şiirinin adı geçen Barçın Yaylası'nın Karaman’ın Sarıveliler İlçesi sınırlarında yer alması, Karacaoğlan'ın burada yaşadığına dair iddialarını daha da sağlamlaştırdı. Ayrıca bölge halkının Karacaoğlan’ın Sarıveliler'de yaşadığını inanıp, son 7 yıldır belediye tarafından 'Geleneksel Karacaoğlan Şenlikleri'nin yapılması dikkat çekti.
Taşın ve mezarın bulunmasının ardından ilçe kaymakamlığı ve belediyede daha geniş kapsamlı araştırma yapmak için harekete geçti. Belediye tarafından taşın fotoğrafı İstanbul Üniversitesi'ne gönderildi. Burada da aynı bulgular elde edildi. Mezar ve mezar taşı üzerinde bilim adamları tarafından çalışmaların sürdüğünü belirten Sarıveliler Belediye Başkanı Hayri Samur, şunları söyledi:
"Bu caminin vakıf kayıtlarındaki ismi Hacı Salih Camisi’dir. Buranın restorasyonu yaklaşık 1.5 yıl önce başladı ve 30 Mayıs tarihinde de restorasyonu tamamlandı. Bu caminin restorasyonu esnasında mezar taşı bulundu. Bu taşların kronolojik olarak 300-400 yıl öncesine dayandığı önsezi olarak ifade edilmektedir. Bilim adamları araştırmalarını tamamladıktan sonra son noktayı koyacaktır. "
KARACAOĞLAN'IN TÜRBESİ YAPILACAK
Başkan Hayri Samur, mezarın Karacaoğlan'a ait olduğu yönünde güçlü bulgular oluşursa, buraya Karacaoğlan'ın türbesini yapacaklarını ve Karacaoğlan'ın da Sarıveliler'de yaşadığını kanıtlayan bir tescil belgesi almayı planladıklarını söyledi.
Kaymakam Ömer Faruk İlhan ise "Karacaoğlan’ın Sarıveliler’de meftun bulunduğuna dair bugüne kadar elimizde bir emare yoktu. Sadece halkın onun burada yaşadığına dair bir inancı vardı. Bu inanç doğrultusunda belediye her yıl 'Geleneksel Karacaoğlan Şenliklerini' tertip ediliyordu. Vakıflar Bölge Müdürlüğü kayıtlarına göre Hacı Salih Cami olarak adı geçen caminin avlusunda bulunan taş heyecana yol açtı. Çünkü inancı somutlaştırmaya yönelik bir delildi bu. Zannediyorum, bu somut bulgu, olayın aydınlatılmasını sağlayacak."
KARACAOĞLAN KİMDİR
17'inci yüzyılda yaşayan Karacaoğlan'ın şiirleri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Karacaoğlan, yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı'nın ve tekke şiirinin etkisinden uzak kalmıştır.  

Mustafa Sandal Kopenhag'da Hayranlarıyla Buluştu

Pop sanatçısı Mustafa Sandal, Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da konser verdi.


Pop sanatçısı Mustafa SandalDanimarka'nın başkenti Kopenhag'da konser verdi.
Kentin tarihi Belediye Meydanı'nda düzenlenen Anadolu Kültür Günleri'nde sahneye çıkan sanatçı, sevilen şarkılarını seslendirdi. 
Şarkı aralarında izleyicilere seslenen Mustafa Sandal, eşiyle nasıl tanıştığını da anlattı. Uzun zamandır oğlunu babaannesine bırakarak eşi Emina ile baş başa kalmadığını ifade eden Sandal, daha sonra eşini yanına çağırıp öptükten sonra karanfil verdi.
Performansına "Onun arabası var" şarkısıyla devam eden sanatçıya hayranları eşlik etti.
Konserin ardından alanda kalanlar DJ Adem'in müziğiyle eğlenmeye devam etti.

Azeri Sanatçılar Moskova'da Büyüledi

Azerbaycanlı sanatçılar, Rusya’nın başkenti Moskova’da düzenlenen Azeri gecesinde Moskovalı sanatseverleri büyüledi.


Azerbaycanlı sanatçılar, Rusya’nın başkenti Moskova’da düzenlenen Azeri gecesinde Moskovalı sanatseverleri büyüledi.

Rusya Azerileri Ulusal Kültürel Cemiyeti’nin organize ettiği konser, Moskova’nın tarihi Çaykovski konser salonunda yapıldı. “Kadim Şark” başlıklı etkinlikte Azeri sanatçılar; Mahmud Salah, Gülsüre Askerova, Oktay Şerifov, İgbal Mehmetzade ve Fegane Aliaskerova sahne aldı.

Yaklaşık 300 sanatseverin izlediği konserde sanatçılar, Azerbaycan’ın klasik müziği sayılan makam ziyafetinde bulundu. Sanatçılar Naz-Nazı, Dilkeş, Zabul, Şuştar, Karabağ Şikestesi ve başka Azeri makamları seslendirdi.

Konserle ilgili Cihan Haber Ajansı’na (Cihan) konuşan Rusya Azerileri Ulusal Kültürel Cemiyeti Aksakallar Konseyi Başkanı Abbas Abbasov, “Azerbaycan makam müziği dünyada ünlü. Rusya’da bu kültürümüzü tanıtmak için böyle bir sanat etkinliği yapmaya karar verdik.” dedi.

Ölümsüzler Oyunu KHEM'de Perde Açtı

Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde uygulamalı tiyatro eğitimi alan oyuncu adayları geçtiğimiz hafta sonu seyirciyle buluştu. Üç farklı grubun sahneye çıktığı yılsonu etkinliğinde; Gogol’un ‘Burun’, Melih Cevdet Anday’ın ‘Ölümsüzler’ ve Shakespeare’in ‘Yanlışlıklar Komedyası’ adlı oyunları sergilendi.
Gecede; Murat İkinci’nin yönettiği, Sinem Özgar ve Kadir Özden’in yardımcı yönetmenlik yaptığı, dramaturjisini ise Çiğdem Türköz’ün üstlendiği ‘Ölümsüzler’ oyunu izleyicisine keyifli dakikalar yaşattı.
KHEM bünyesinde sahnelenen ve çağdaş yorumuyla izleyenleri kahkahaya boğan oyunda başlıca rolleri Fulya Yılmaz, Hasan Şener, Deniz Özer veMurat Şahin Doğan paylaştı. 30 kişilik oyuncu kadrosunun yüksek enerjili performansı izleyicilerden büyük alkış topladı.
Oyundaki ‘polis’ tiplemesiyle dikkat çeken Ahmet Cevahir ise gecenin sonunda ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü kazanarak başarılı performansını taçlandırdı.

4 Haziran 2013 Salı

İstanbul Üniversitesi Geçen Yılları Andı




1453’ten bugüne hemen her alanda, Türk bilim, kültür, sanat ve iktisat dünyasına önemli isimler kazandıran, ülkemizin kalkınmasında büyük pay sahibi olan İstanbul Üniversitesi 560. yaşını kutluyor. Bundan tam 560 yıl önce Ayasofya ve Zeyrek’te yanmaya başlayan eğitim meşalesi bugün uluslararası eğitim alanında milletimizi ve ülkemizi gururla temsil etmektedir.

Dünyanın En İyi 500 üniversitesi arasına giren İstanbul Üniversitesi’ne birçok başarıyı ve ödülü kazandıran öğretim üyelerimizi, öğrencilerimizi ve idari personelimiz tebrik ediyorum.

Hep birlikte nice 560 yıllara



Prof. Dr. Yunus SÖYLET
Rektör



Fotoğraf: Ayasofya Medresesi (Solda), İlk Darülfünun Binası (Ortada), İÜ Merkez Bina Girişi (sağda)

Tarihten Geleceğe Bilim Köprüsü

Geçmiş, bugün ve gelecek… İstanbul Üniversitesi’nde, bu üç zaman dilimi aynı anda yaşanır. Geçmişin mirası, bugünün heyecanı ve geleceğin vaat ettiği umutlar, İstanbul Üniversitesi’nde bir araya gelir…

Tarihi boyunca bilimin, çağdaş değerlerin ve toplumsal aydınlanmanın öncülüğünü yapan İstanbul Üniversitesi, Türkiye’nin ilk üniversitesi olma özelliğini taşıyor. 560. yaşını kutlayan İstanbul Üniversitesi’nin kökleri 1453 yılına, İstanbul’un fethine kadar uzanmaktadır. Bu bilim ve eğitim yuvası, aynı zamanda Avrupa’da kurulan ilk on üniversiteden biri.

Medreseler Dönemi

1453’te dünya tarihinde yeni bir çağ başlamıştır. Stratejik öneme sahip İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmed, şehrin gelişmesi, bir ilim ve kültür merkezi haline gelmesi için büyük çaba sarf etmiştir. Fatih, bu bağlamda ilk adımı fetihten sonraki ilk Cuma günü 1 Haziran 1453’te Ayasofya’da kılınan ilk Cuma namazında hocalarına, hocalara, hocaları saydığı âlimlere, müderrislere derhal eğitimin başlamasını emrederek atmıştır. Bunun üzerine fetihten hemen sonraki günlerde önce Ayasofya Camii’nde sonra Zeyrek Camii’nde eğitimler başlamıştır. Osmanlı şehirlerindeki ilim adamlarını, müderrisleri İstanbul’a davet eden Fatih, hocaları Molla Zeyrek ve Molla Hüsrev’i Ayasofya ve Zeyrek’te açılan medreselere tayin ederek, eğitimlerin düzenli bir şekilde yapılmasını sağlamıştır.

Dinî bilimlerin yanı sıra fen bilimlerine de önem veren Fatih Sultan Mehmed’in davetiyle, Semerkand’dan Venedik’e, dünyanın farklı yerlerindeki sanat ve bilim adamları İstanbul’a gelmeye başlar. Süheyl Ünver, İstanbul Üniversitesi’nin ilk olarak Zeyrek ve Ayasofya Medreselerinde kurulduğunu ve 18 yıl boyunca bu mekânlarda eğitim verdiğini anlatmaktadır. Bu medreseler, Fatih Külliyesi yapılıncaya kadar kullanılır.

Fatih Medreseleri

Fatih, eğitimi daha sistemli yapılması ve artan ihtiyacın karşılanması için tam teşekküllü bir külliye yapılmasını emreder. 1463’te İstanbul’un ünlü yedi tepesinden birinde Fatih’te yapılmaya başlanan Fatih Külliyesi, 1470 yılında tamamlanır.

Zeyrek ve Ayasofya Medreseleri hocalarıyla birlikte Fatih Külliyesi’ne nakledilir. Külliyede, cami, sekiz medrese, tetimme olarak adlandırılan hazırlık medreseleri, kütüphane, saat ayarlamasının yapıldığı muvakkithane, İstanbul’daki Türk dönemine ait ilk hastane olan darüşşifa, dönemin misafirhanesi olan tabhane, hamam, külliyenin görevlilerine-misafirlere ve öğrencilere yemek çıkaran aşhane ile dükkânlar bulunmaktadır. Binanın altında ayrıca bir de kervansaray vardır. Fatih Medreseleri, bütün bu yapılarıyla birlikte bir üniversite kampüsü, bir üniversite kompleksi şeklinde gelişmiştir. 15. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun veya Osmanlı İstanbul’unun üniversite kampüsü olarak düşünebiliriz.

Külliye içinde bulunan Sahn-ı Seman medreselerinde ilahiyat, hukuk, edebiyat, matematik ve astronomi derslerinin okutulduğu belirtilmektedir. Medrese çevresinde kurulan 70 koğuşuyla devrinin en büyük hastanesi olan Darüşşifa’da ise tıp eğitimi verilir. Fatih Darüşşifası’nda 19. yüzyıla kadar, yaklaşık 350 yıl boyunca hasta bakımı ve tıp eğitimi yapılır. Burada yapılan tıp eğitimi, İstanbul Üniversitesi Çapa Yerleşkesi’nde hizmet vermekte olan İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk çekirdeği olarak kabul edilir.

Yaklaşık bin öğrencinin okuduğu Fatih Medreseleri, İstanbul Üniversitesi’nin Ayasofya ve Zeyrek Medreselerinden sonraki temel kurumlarıdır.

Süleymaniye Medreseleri

Fatih Medreseleri sonrası II. Beyazıt döneminde Beyazıt Camii çevresine yeni bir medrese yapılır. Osmanlı’ya zirve dönemini yaşatan Kanuni, Süleymaniye Camii ve medreseleri ile eğitim ve mimari de Türk-İslam kültürünün en güzel eserlerini ortaya koyar.

Süleymaniye Külliyesi, Osmanlı mimarisinin zirvesi olarak kabul edilen Mimar Sinan tarafından inşa edilir. Süleymaniye Külliyesi’nde yer alan medreselerle Osmanlılarda öğretim en yüksek düzeyine ulaşır. Verilen derslerin konularına, öğretim üyelerinin durumlarına, öğrencilere tanınan haklara ve yetişme tarzlarına bakıldığında, Fatih Sultan Mehmed’in kurduğu medrese sisteminin Kanuni Sultan Süleyman devri ve sonrasında devam ettiği görülmektedir. Bu sistemin devamlılığı, Osmanlı döneminde yükseköğretimin bazı devirlerde aksamasına rağmen bir bütünlük ve devamlılık içinde olduğunu göstermektedir.

Medreseler, 18. yüzyıla kadar Osmanlı’nın başlıca yükseköğretim kurumları olarak faaliyet gösterir. Ancak Süleymaniye Medreseleri’nin kuruluşundan 2. Meşrutiyet’e kadar geçen zaman diliminde yani 1557’den 1908’e kadar geçen yaklaşık üç yüz elli yıl boyunca medreseler duraklama, gerileme ve çökme dönemlerini geçirir. Medreseler sayısal olarak artsa da, nitelik olarak bir düşüş yaşanır.

Darülfünun Dönemi

Medreseden modern üniversiteye geçişte önemli bir rol oynayan Darülfünun, Türk yükseköğretim hayatında çok önemli bir yere sahiptir. 18. yüzyılda kurulmaya başlanan Avrupai tarzdaki yüksekokulların temel özelliği, acil mesleki ihtiyaçların karşılanmasını ön planda tutmasıdır. Bu acil ihtiyaçları sağlayacak kurumlardan birisi de kurulması planlanan Darülfünun’dur. Fenler evi manasına gelen Darülfünun, Darülfünun’un, içinde odalar, dershaneler, kütüphane, müze ve laboratuvarların olduğu büyük bir binada hizmet vermesi planlanır. Ayasofya’nın yakınında yapılacak binanın inşası için 1846’da İtalyan Mimar Fossatti ile anlaşılır.

1863 yılında binanın resmî açılışının zaman alacağı düşünülerek o zamana kadar bazı derslerin halka açık konferans şeklinde yapılmasına karar verilir. İnşaat devam ederken bazı odalar dershane şekline sokularak konferanslara başlanır.

İnşaatı 1865’te tamamlanan Darülfünun binası ise Maliye Nezareti’ne verilir. Bunun üzerine Darülfünun geçici olarak Çemberlitaş’taki Nuri Paşa Konağı’na taşınır ve konferanslara 19 Nisan 1865’te yeniden başlanır. Ancak bina, Avrupa’dan getirilen tüm ders araçları ve kitaplarıyla birlikte, çıkan bir yangında yok olur. Böylece ilk Darülfünun, düzenli derslere geçilemeden kapanır.

Darülfünun-i Osmani

Darülfünun için yapılan yeni bina, 1869 yılında tamamlanır. Darülfünun-i Osmani adıyla üç yıl boyunca eğitim verilen Çemberlitaş’taki bina, bugün Basın Müzesi olarak kullanılmaktadır.

1869 yılında Maarif-i Umumiye Nizamnamesi de yürürlüğe girmiştir. Osmanlı eğitim hayatında önemli bir dönemin başlangıcı olan nizamname, Fransız eğitim sisteminden yararlanılarak hazırlanmıştır. Nizamname ile Darülfünun’un yönetim yapısı ve ders programları da tespit edilmiştir. Nizamnameye göre Felsefe ve Edebiyat, Fen ve Matematik ile Hukuk şubelerinden oluşacak olan Darülfünun’da eğitim 3 yıl sürecektir.

Prof. Dr. Ali Arslan medreseler ile Darülfünun arasındaki bağlantıyı şu şekilde açıklamaktadır:

“Bir üniversitenin çalışabilmesi için temel olarak 3 ana unsurun bulunması gerekir. Birincisi, liseden gelecek iyi öğrencinin bulunması. İkincisi, öğretim üyesinin bulunması. Üçüncüsü ise bunun teşkilatını oluşturacak yapının sağlıklı çalışması yani mali yapının da sağlıklı olması gerekir.

Burada İlahiyat Fakültesi yok çünkü İstanbul’daki yüksek üniversitenin İlahiyat Fakültesi olarak medresenin yüksek kısmı kabul ediliyor. Bu kabulle, İstanbul Üniversitesi ile medrese arasında ilişkinin beyinlerde mevcut olduğunu görüyoruz. Diğer kurumlar yani Edebiyat Fakültesi, Fen Fakültesi, Hukuk Fakültesi açılıyor. Çünkü zaten Batı tipi üniversite anlayışında, bildiğimiz gibi bir kurumun üniversite sayılması için dört fakülte olması gerekir. Bunlardan mutlaka Fen Fakültesi, Edebiyat Fakültesi, Hukuk Fakültesi ve İlahiyat Fakültesi’nin olması gerekir. İşte burada ilk kuruluşta üç fakülte Batı tipinde kurulurken ilahiyat kurulmuyor. İlahiyat zaten mevcut olduğu için ilahiyata ihtiyaç duyulmuyor.”

1870 yılında açılan Darülfünun-i Osmani, 1873 yılına kadar kesintisiz olarak eğitim yapar. Ancak öğrenci ve öğretim kadrosunun yetersizliği, maddi imkânsızlıklar ve planlamanın iyi yapılamaması nedeniyle kapanır.

Darülfünun-ı Sultani

İmparatorluğun Avrupa tarzında bir üniversiteye ihtiyacı olduğuna inanan Osmanlı devlet adamları, bu amaçlarından vazgeçmezler. Bu kez Darülfünun, bugün Galatasaray Lisesi olarak adlandırılan Galatasaray Sultanisi’nin içinde kurulur. Derslerin Türkçe ve Fransızca yapıldığı Darülfünun-ı Sultani, 3 dönem mezun verdikten sonra 1881 yılında kapanır.

Darülfünun-ı Şahane

Darülfünun-ı Sultani’nin kapatılmasına rağmen Osmanlı yöneticilerinin yeni bir Darülfünun açılması gerektiğine inandıkları ve bu yönde çalıştıkları görülmektedir. Gösterilen gayretlerin ardından 2. Abdülhamid’in tahta geçişinin 25. yıldönümünde yani 1 Eylül 1900 tarihinde Darülfünun-ı Şahane açılır.

İstanbul Darülfünunu

2. Meşrutiyet döneminin ilk yıllarında Darülfunun-ı Osmani olarak anılmaya başlayan kurumun adı, özellikle 1913 yılından itibaren İstanbul Darülfünunu’na dönüştürülür. Darülfunun bu yıllarda Vezneciler’deki Zeynep Hanım Konağı’na nakledilir. Bugün İstanbul Üniversitesi’nin Edebiyat Fakültesi ile Fen Fakültesi’nin bulunduğu yerde yer alan bina, 1942 yılında çıkan bir yangında kullanılamaz hâle gelinceye kadar üniversite öğrencilerine ve hocalarına hizmet verir.

Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlandırılmasının ardından, Darülfünun ile ilgili daha önemli adımlar atılır. O günlerde Darülfünun’un en önemli sorunlarından biri, yeterli bir binaya sahip olmamasıdır. Tıp Fakültesi hariç bütün Darülfünun o günlerde Zeynep Hanım Konağı’nda faaliyet göstermektedir. Ankara’nın başkent ilan edilmesinin ardından bakanlıklar başkente taşınır. Bu nedenle boş kalan Beyazıt’taki Harbiye Nezareti binası resmî yazıyla 1923 yılında Darülfünun’a devredilir.

Cumhuriyetin İlk Yılları

Cumhuriyet ilan edildikten sonra, 1933 yılındaki Üniversite Reformu’na kadar geçen süre içinde yurt çapında bütün eğitim kurumları ile ilgili önemli çalışmalar yapılır. Bu dönemde Darülfünun ile ilgili de birçok gelişme olur. 1924 yılında Darülfünun’a katma bütçe ile idare edilme hakkı ve tüzel kişilik verilir.

Atatürk’ün önderliğinde Cumhuriyet’in 10. yılında üniversite reformu yapılır. Değişiklikler, hükümet tarafından Türkiye’ye davet edilen Cenevre Üniversitesi öğretim üyesi Albert Malche’ın hazırladığı rapor göz önünde tutularak gerçekleştirilir.

Üniversite reformunun ardından Darülfünun öğretim üyelerinden bazılarının görevine son verilirken bazıları da İstanbul Üniversitesi’nin eğitim kadrosunda yer almaya devam eder. İstanbul Üniversitesi’nin ilk Rektörü Ord.Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp olur.

Eğitim alanına büyük önem veren Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1930 ve 1933 yıllarında olmak üzere iki defa Darülfünun’u ziyaret eder. Dersliklerdeki öğrenciler, Atatürk’e pencerelerden tezahüratta bulunurlar.

İstanbul Üniversitesi’ni ziyaretleri, dönemin gazetelerinde manşetten duyurulur. Atatürk, ziyaretinin sonunda, Darülfünun’un hatıra defterine şu satırları yazar:

“İstanbul Darülfünun’da yüksek profesörler ve kıymetli gençlerle yakından tanıştığımdan çok memnun oldum. İlim timsali olan bu yüksek müessesemizin büyük hizmetleri ile iftihar edeceğimize hiç şüphe yoktur.”

Gazi Mustafa Kemal

1933 Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesi olarak dönemin şartlarına uygun bir kimlikle yeniden yapılandırılan bu köklü kuruluş, Türk yükseköğreniminin yüz akı olarak bilimsel ve akademik çalışmalarına devam etmekte, geçmişten gelen birikimlerini halka taşımaktadır.

Geçmişten Geleceğe Bilim Köprüsü, nice 560 yıllara…

Kaynakça: Yolcu, Ergün, 1453′ten Günümüze İstanbul Üniversitesi, Boyut Matbaası, İstanbul,2011.

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜDÜRLÜĞÜ

Perili Köşk (SERGİ)

Borusan Contemporary, küratörlüğünü Benjamin Weil'in yaptığı Datascape sergisine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Teknolojinin, gerçekliğin dönüşümüne yaptığı katkının sanata yansımasını ele alan sergi, 27 Nisan Cumartesi günü Perili Köşk'te sanatseverlerin beğenisine sunulacak.

Borusan Contemporary, yine ses getirecek ilginç bir sergiyi sanatseverlerle buluşturuyor. Küratörlüğünü Benjamin Weil'in yaptığı "Datascape" adlı sergide, teknolojinin, gerçekliği nasıl dönüştürdüğü, dünyaya ve manzaralara bakışımızı nasıl değiştirdiği sorgulanıyor. Çıplak gözle görebildiğimizin ötesindeki gerçeklikleri, olup bitenleri irdeleyen "Datascape" sergisinde Burak Arıkan, Angela Bulloch, David Claerbout, Ryoji Ikeda, Michael Najjar, Enrique Radigales, Thomas Ruff, Karin Sander, Charles Sandison ve Pablo Valbuena adlı sanatçıların eserleri yer alacak. Datascape, 27 Nisan-1 Eylül 2013 tarihleri arasında açık kalacak.

Gördüğünüzün Ötesinde

Ressamlar yüzyıllardır manzaraları arka plan olarak kullandılar veya yaptıkları çalışmalarda konu ettiler. Bu sergide yer alan sanatçılar da gerçek ya da hayali çevrelerini resmetme geleneğini sürdürüyor. Bunu yaparken de dünyayı algılama şeklimizi değiştiren girift görseller ve geliştirilmiş veriler üzerine derinlikli olarak düşünüyorlar. Her sanatçı farklı bir yaklaşım sergilerken, teknolojinin manzaraya bakışımızı değiştiren boyutlarını ortaya koyuyor.

Günümüzde peyzaj, giderek manzaraya benzeyen sayısız ekranın (akıllı telefon, bilgisayar, vb.) ara yüzlerinin birleşimine dönüştü. Doğa, hâlihazırda var olana ek olarak insanlar tarafından sonradan üretilenlerin de bir bileşimidir. Dolayısıyla artık çıplak gözle görünenin ötesine geçmek, "gördüğünüzün ötesindeki gerçekleri" görmek zamanı geldi. Manzarayı varoluşsal bağlamda kavrayabilir, bu sayede doğa ve bilgiyi de tekrar gözden geçirebiliriz. Bu noktada karşımıza çıkan “geliştirilmiş gerçeklik” yeni bir peyzajdır. Bir datascape’tir...

02 Mayıs 2013 Perşembe ~ 01 Eylül 2013 Pazar

Adres: Baltalimanı Hisar Cad. Perili Köşk No:5 Rumeli Hisarı Sarıyer İstanbul